5 Önemli Ders
Birinci ve de en önemli ders. Okuldaki ikinci ayımda,
hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden
biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım.
Son soru şöyleydi: "Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı
nedir?" Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını yerleri
silerken hemen her gün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı.
50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nereden bilecektim ki!.. Son soruyu yanıtsız
bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test
sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu. "Tabii dahil" dedi,
hocamız. "İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız.
Hepsi bir birinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi
hak eden insanlar bunlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve "Merhaba" demeniz
gerekse bile. "Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. O hademenin adını
da. Dorothy idi.
İkinci önemli ders. Yağmurda otostop! Bir gece vakit
geceyarısına doğru Alama otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm.
Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında
duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. Geçen her arabaya el sallıyordu.
Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye hem de Alabama'da yardıma
kalkışması pek olağan şeylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir
taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi Verdim. Bir
hafta sonra kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar.
Bir de not ekliydi, armağanda. "Geçen gece otoyolda bana yardımınıza
teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam
etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin
sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı
başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına
karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi kutsasın!.. En iyi dileklerimle,
Bayan Nat King Cole."
Üçüncü önemli ders. Size hizmet edenleri hep hatırlayın.
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk
pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu. Çocuk sordu: "Çukulatalı
pasta kaç para?" "50 cent!" Çocuk cebinden çıkardığı
bozukları saydı. Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar"
"35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri
vardı ve kız hepsine tek basına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar
vakit geçirebilirdi ki. Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir
dondurma alabilir miyim lütfen" dedi. Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın
kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi
kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu
birden. Masayı sanki akan yaşlar temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında
çocuğun bıraktığı 15 centlik bahşiş duruyordu.
Dördüncü önemli ders. Yolumuzdaki engeller. Eski
zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş,
kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?. Ülkenin en zengin tüccarları,
en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene
kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek
sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.
Sonunda bir koylu çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi
yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı.
Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini
yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu
gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.
"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."
Beşinci önemli
ders .. Önemli olan vermektir .. Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır
hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil
kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi şekilde kurtulmuş ve
kanında o hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu.
Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini
sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve "Eğer
kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi. Kan nakli ilerken, ablasının gözlerinin
içine bakıyor ve gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı,
ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu. Gülümsemesi de yok oldu.
Titreyen bir sesle doktora sordu: "Hemen mi öleceğim?" Küçük,
doktoru yanlış anlamış, ablasına vücundaki bütün kanı verip, öleceğini
sanmıştı.
|